26 Haziran 2016 Pazar

Whatsapp Yazışmaları Bölüm 1: Griden Maviye

Oldukça sıradan bir cuma akşamı. Hava sıcak, cepte para yok. Rüzgârın esmesi için anlamını bilmediğin duaları okumaya çalışmak. Aslında sadece anlamını değil duaların hiçbirini bilmediğini fark etmek. Oflayıp puflayıp kıçını ortopedik açıdan hiç de rahat olmayan koltuğa koymak. Derken masada bir tuzluk gibi (Erdal Bakkal’a benzeyen tuzluklar gibi) istifini hiç bozmayan emektar akıllı telefonunun ekranında insana yer yer huzur ve mutluluk veren yer yer de sinirlendiren ve hayallerini yıkan o yeşil logoyu görmek.

İşte benim Cuma akşamıma hareket ve heyecan getiren onlarca farklı duyguyu yaşamama olanak sağlayan o whatsapp mesajıydı.

Ev ahalisine çaktırmadan telefonu alıp artık benim için dört duvardan farkı kalmamış, beni kışın morg, yazın fırından hallice hissettiren odama geçtim. Şimdiye kadar fark etmemiş olabilirdim ama artık iyice anlamıştım ki bu oda benim tüm hayat enerjimi emiyordu. Konuyla alakasız olarak ‘Senin harcında kullanılan deniz kumunu sikeyim’ dedim ve kendi kendime olası bir ‘Büyük İstanbul Depreminde’ yaşayacağım mutlak sonuca (yıkıma) göz kırptım.

Elde telefon, ekrana baktım. Yeni mesaj: yepyeniaslı yazan iletiyi gördüm. Ve oha lan kız yazmış hem de Aslı dedim içimden. Hızlıca kilit kodunu girip mesajda yazanları okumak için heves ettim. Açılan mesajda yazan, sesli harflerini sadece Çarkıfelek isimli yarışmadan satın alabileceğim kuru bir ‘nbr’di’.

Bir anda nevrim döndü. O kadar hızlı bir dönüşümdü ki bu whatsapp’ın gri tikleri bile bu kadar hızlı maviye dönemezdi. Sesli harfleri yuttuğu yetmiyormuş gibi bir de noktalama işaretlerinden en sevdiğim soru işaretini de kullanmamıştı. O kadar sinirlenmiştim ki az kalsın cevap yazmayacaktım. Artık tüm heyecanımı yitirmiş bir şekilde ‘İyidir seni sormalı?’ yazdım ve whatsapp rehberimdeki kişilerin profillerine göz gezdirmeye başladım.

Yaklaşık birkaç aydır bu uygulamayı aktif olarak kullanmıyordum. Arada bir mesaj alarak ve atarak uygulamadan asidi kaçmış kola gibi tat almaya çalışıyordum. Bu gelen mesaj, az da olsa karnıma heyecandan ağrı girmesini sağlamış fakat o da kısa sürmüştü. Derken listede gözüme geçen yıl tanışıp numarasını şans eseri edindiğim o hoş kızın profili çarptı. Hemen profil resmine ve iletisine baktım. Resimdeki pozda Adriana Lima gibi çıkmıştı. İletisinde ‘iklimine değil mevsimine gelsinler’ yazıyordu. Bu ne biçim bir söz lan diyip googleda arattım. Söz Ajda Pekkan’ın şarkılarından birine aitti. Neyse deyip içimden, sohbet bölümünü açıp ‘hey ne haber?’ yazıp beklemeye koyuldum.

İlk 15 dakika mesaj gelmeyince ‘mesaj gelmedi whatsapp düştü’ diyip uygulamayı kapattım. O değil de Aslı’dan da cevap gelmemişti. Tikler hala griydi.

Yatağa uzanıp ‘Ulan ne yapıyorum ben kaç yaşına geldim uğraştığım şeylere bak’ dedim. Telefonu masaya bırakıp bildiğin odanın tavanını dikizlemeye koyuldum. Ve aniden gelen mesaj sesiyle irkildim. Çevik bir hareketle telefonu kaptığım gibi whatsappı açtım. O kadar hızlıydım ki mesajı Tayfundan geldiğini fark edememiştim. ‘Naber Hacı?’ yazan bir mesaj ve yaşanan hayal kırıklığı.

Tayfun liseden arkadaşımdı. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Hatta hala aramızın iyi olduğunu söyleyebilirdim. Mesajına karşılık aşağıdaki o efsanevi sohbeti başlatacak olan ‘iyidir hacı senden?’ yazdım.

(T: Tayfun  B: Ben)

T: Oğlum hayırdır senin ne işin var burada? Kaç aydır ilk defa çevrimiçi görüyorum seni.
B: He ya hacı ne zamandır girmiyordum. Kızlar bir şeyler yazmış da (yalana bak!) onun için girdim. Ama iyi oldu ha yazdığın.
T: Kızlar mı vay! İsim ver oğlum bana ya da foto at da kimmiş o kızlar görelim. J
B: Siktir lan oradan. Tanımazsın zaten. Aslı ve Ayfer isimleri bu arada.
T: Ooo. Demek grup konuşmasındasın. Beni de alsana lan.
B: Yok be oğlum ne grubu. Münferit konuşma bunlar. Zaten grup olsa seni de dahil ederim. Efsanevi msn grup sohbetlerimizi hatırlasana.
T: Dâhil mi ederdin. Lan 3 yıl önceki o gruba niye dâhil etmedin beni. Sanal olan değil hani fiziksel olanına.

T: He ya. Msn iyiydi be hacı.
B: Oğlum o anlık gelişti. Davetiye bastıramadım yani. Kaç defa özür diledim senden. Hala dönüp dolaşıp aynı konuyu açıyorsun.
B: Ne iyisi lan. Kraldı msn kral.
T: Neyse siktir et bunları sen. Kızlarla ne konuşuyorsun. Fiziksel bir grup mu oluşturacaksın yoksa yine. Vay çakal! J
B: Yok lan ne grubu. Biri selam vermiş ona cevap yazdım. Diğerine de ben naber yazdım. Yani henüz bir şey yok. J
B: O değil de ikisi de hala dönemedi amk!
T: Oğlum bu profil fotosuna kim dönsün. Değiştir lan şunu. Bu kadar çirkin değilsin sen.
T: Daha az çirkin çıktığın fotolardan birini koy hehehe.
T: A.koyim. Senin yüzünden maliye yeni vergi kalemi getirdi. Görüntü kirliliği vergisi. Hala akıllanmadın lan.

B: Yuh amk! Bokunu çıkarma. Kendi tipine bak. Ülkedeki ayna stokunu tek başına bitirdin at hırsızı!
B: Oğlum Ayfer yazdı lan!
… (Birkaç dakikalık sessizlik)
T: Lan ne yazmış kız? Adamı meraklandırma.
T: Alooo. Kime diyorum ben!
B: Ne yazacak. ‘İyi’ yazmış sadece. İnsan bir ‘senden’ falan ekler sonuna mesajın. 29 harfli alfabeden yaptığı kombinasyona bak. 3 harf kullanmış sadece. Onu da oluştururken epey zorlanmış olmalı!

T: Hehehehe. Oğlum iyi güldüm ha. Cevap yazacak mısın peki?
B: Ne yazayım ki şimdi buna ben. Soru da sormamış ki cevaplayayım.
B: ‘Ne yapıyorsun, nasıl gidiyor?’ yazdım. Bekleme moduna aldım kendimi.
T: Oha lan. Niye yazdın ki hemen. Hayır, bu muhabbettin sonu bir yere bağlanmaz zaten.
B: Ne bileyim. Yazdım işte öyle. Zaten cevap vermesi en az yarım saat sürüyor. Salla ya.
T: Diğer kız noldu? O yazdı mı peki?
B: Yok daha yazmadı. Zaten yazarsa da benden bir şey isteyecek kesin.
T: Harbiden ha. Kimse işi düşmeden ne arıyor ne soruyor.
B: İkimiz hariç kardeşim.
T: Aynen adamsın!
B: Aslı da yazdı lan!
T: O ne yazmış kanka.
B: ‘Senden bir şey rica edecektim. Müsait misin?’ yazmış.
B: Ben de müsaitim yazdım.
T: Oğlum bu ne hız lan Az yavaş. Işık hızıyla mı yarışıyorsun? Az ağırdan al.
B: Kardeşim beni bilirsin. Çoğu şey de ışık hızını geçmişliğim var. J
T: Bilmem mi hehehehe. Yapma ‘Umut daha sütyenimi bile çıkarmadım. Ulan ne adamsın J
B: Oğlum hatırlatmasana. Amerikan pastasındaki elemana gülüyordum. Aynısı benim başıma geldi. Hatta daha beteri.
T: Hayat be kanka. Oluyor bazen böyle. Hızı seven adamsın.
B: Hız mız hikaye. Hacı cevap gelene kadar ben bir gidip sıçayım.
(Yazar da bu arada bir küçük kahve molası veriyor.)
T: Tuvaletteyken sakın yazma bana.
B: Tamam kanka.

15 dakika sonra…
B: Hacı geldim. Resmen 5 kilo ha. Vidanjör çağıracağım şimdi. Tıkanan kanalizasyonu açsın. Hehehehe J
T: Ulan ne hayvan adamsın.
T: Kızlar noldu?
B: Ayfer’den cevap yok. Aslı da benim ‘C. Ronald 7’ yazan orijinale çok benzeyen seyyardan aldığım Real Madrid formamı istedi.
T: Ne yapacakmış la formayı. Manyak mı bu kız amk!
B: Ne bileyim ben. ‘Olur vereyim’ dedim.
T: Nerede vereceksin peki?
B: Bilmem okulun kantininde herhalde. Öyle sözleştik çünkü.
T: Sanırım halı saha maçı var kızın. Yoksa senden o formayı başka türlü isteyemez. Hem nereden biliyor sende forma olduğunu.
B. Facebook profil fotomda görmüş öyle dedi. Ben de ilk yazdığında ne heyecanlanmıştım lan!
T: Ulan aklı başında bir tane kız kalmamış ki.
T: Neyse hacı o değil de. Fm mi atsak lan. FM 2016. Var mı, yüklü mü sende?
B: FM 2016 mı?  Yüklü kanka. Aynen sunucuyuı kur da oynayalım.
T: Adamsın. Kuruyorum şimdi sunucuyu. Bir iki saat atalım. Hem kafamız da dağılır.
B: Hayırdır kanka. Canın mı sıkkın bir şeye?
T: Yok la bir şeyim. Her zaman ki gibi can sıkıntısı işte.
B: He öyleyse sıkıntı yok o zaman.
10 dakika sonra…

T: Kurdun mu sunucuyu?
T: He hacı al. Sunucu ismi: fbjk şifre: 12345fbjk. Giriş yapmanı bekliyorum. Ben feneri aldım. Haberin olsun.
B: Ooo süper hacı. Ben de Beşiktaş’ı alıyorum o zaman.
B: Bu arada Ayfer hala yazmadı. Yazdıklarım ulaşmadı herhalde. Uzay boşluğunda kayboldu.
T: Çift tik yok mu oğlum.
B: Var da. Gri la hala tikler. Maviye dönmedi bir türlü.
T: Boş ver dönmesin. İki fm at da kendine gel.
B: Doğru diyorsun. Açtım aldım Beşiktaş’ı. Eline vereceğim hacı. Hazırla kendini!
T: Bırak kolpayı. Yılanı dolayacağım boynuna birazdan.
B: Lan kız yazdı.
T: Ne yazmış amk?
B: Aynı bildiğin gibi yazmış. ‘Sen?’ diye de eklemiş.
T: Eh yani sonunda. Bırak şimdi bir şey yazma oyundan sonra yazarsın.
B: Aynen ya. Uğraşamam şimdi. Zaten zar zor cümle kurmuş. Serdar Ortaç gibi topu topu 8 tane nota var kaç tane farklı beste (29 tane harf var kaç tane farklı cümle yazılabilir ki) yapılabilir ki yazacak diye korkuyorum.
T: HEHEHEHEHE ulan. Efsane söz ha yalnız o.

B: O değil de kanka. Farkındaysan hiç siyaset konuşmadık burada ilk defa. Dünyanını sonu yaklaştı sanki hehehe. J
T: Harbiden. Nasıl siyaset konusunu açmadık ben de şaşkının valla.
T: Neyse konuyu ben açayım bari. Oğlum şaka maka bildiğin şeriat geliyor lan!
B: Yok be oğlum. Bu ülkeye şeriatı bende başkası getiremez.
T: Ne alaka lan.
B: Oğlum hatırlasana. Türkiye’nin en sağlam Anadolu Lisesinin koridorlarında tekbir nidalarını getiren yükselten kimdi?
T: Hatırladım valla. Sen tekbir diyordun. Ben de Allah u Ekber diyordum. Ne günlerdi be J
B: Okul müdürünün yanında da yapmıştık hani. Bir şey de diyememişti. Din kültürü hocası yanındaydı çünkü.
B: Yani dediğim gibi ben olmadan şeriat gelemez hehehe.
T: Aynen kanka.
T: Lan hangi ara okuttun Gökhan Töre’yi. Kaça sattın lan?
B: 30 milyon euro. Senin iphone’u Bağcılarda beleşe okutmana benzemez hehehehhe.
T: Lan ne okutması. Adamlar çaldı lan.
B: Çalmadılar kanka bence, resmen el koydular hehehehhe.
T: Oğlum hala ciğerim yanıyor. İphone 5s’ti be. Evlat acısı gibi koydu be.
B: Olan oldu kanka ne yaparsın. O değil de Gökhan’ı sattım bütçe vermedi Fiko. Ne ayak la bu adam.
T: Oyunda da mı cimri la bu. Harbiden gerçekçi oyun yapmışlar tebrik ediyorum.
B: Kanka sezon açılışına kadar oynayalım. Sonra yatacağım ben.
T: Tamam olur. Ben de FM’den sonra kendimi tatmin edeceğim. J
B: Oğlum hayvanlaşma. Sürtünmeden, sıcaktan alev alacaksın amk!
T: Biraz öyle olacak ama olsun napalm.
B: Napalm bombası? J
T: I yazmayı unutmuşum. Bokunu çıkarma hemen.

Yaklaşık 2 saat sonra…
B: Hacı yeter bu kadar. Sana da kolay gelsin. Eldiven tak da tahriş olması elin.
T: Lan eldiven yok! L
B: Hehehehehe. Kanka kıza ‘bende de aynı işte’ yazıp yolladım.
T: Cevap gelmez o mesaja boşuna bekleme yat.
B: Olabilir. Çok da tın amk!
T: Oğlum bana gelen (kızdan gelen) son whatsapp mesajında ‘nys bn ytyrm i gclr’ yazıyordu. Tdk’da memur babama gösterdim adam komada şu an. J
B: Lan bırak geyiği. Git yat. Eyvallah şimdilik.
T: Eyvallah kardeşim. Hakkını helal et. J
B: Helal olsun.

Sohbet bitmişti. Telefonu masaya bırakıp yatağa uzandım. Uzun süredir bu kadar iyi hissetmemiştim kendimi. Uykuya daldım ve eski vasat günleri hayal ettim.

Sabah saat 9 gibi telefonum çaldı. Arayan bilmediğim bir numaraydı. Gayet uykulu bir halde telefonu açtım. Karşımdaki o donuk ve hüzün dolu sesi duydum (dinledim).

Verdikleri adresteki hastaneye koştum. ‘Tayfun mu? Ne demek lan intihar etti. Şaka yapmayın lan’ diye içimden bağırarak abisi Ali’nin yanında soluğu aldım. Bana az önce Tayfun’un yoğun bakımdaki savaşını kaybettiğini söyledi Ali abi. Tayfun yoktu artık. 6 7 saat önceki konuştuğum adam artık yoktu.

Duvarın bir köşesine yaslandım. Ağlamadan yine boş boş tavanı dikizledim. Ali abi elime Tayfun’un bana yazmış olduğu mektubu tutuşturdu. Ömrünün son dakikalarında Tayfun’un bana yazmış olduğu son mektubu.

Hastane bahçesine çıktım. Banklardan birine oturdum. Zarfı açıp içindeki beyaz kâğıdı okumaya başladım.

‘Kardeşim Umut;
Sana bu şekilde veda etmek istemezdim ama biraz götlük yapıp bu dünyadan ayrılıyorum. Şimdiye kadar hep kardeşimdin, bundan sonra da hep kardeşim olarak kalacaksın. Bu akşam ve gece ki whatsapp yazışmalarımız benim diğer tarafa ya da hiçliğe (ne bileyim ben) mutlu ve huzurlu bir şekilde gitmemi sağlayacak.

Sana bir kutu bırakıyorum. İkimize ait tüm anılar o kutunun içinde. Ne olur bana kızma ya da darılma. Ben gerekeni yaptım. Kendine dikkat et. Yanıma beklerim seni de J (Ama mümkünse erken olmasın gelişin benim gibi)
Can Dostun Tayfun’

Mektubu bitirdiğimde, cümle kurabilecek durumda değildim. Sadece anlamaya çalışıyordum. Ama anlayamıyordum.

Bankta dakikalarca hareketsiz durup, öylece etrafı seyrettim. Hasta insanlar, ellerde insanı daha da hasta edebilecek sigaralar.

Neden sonra telefonu cepten çıkarıp ekranına baktım. Ayfer bir şeyler yazmıştı. İlk defa yazılanları merak etmemiş, o yeşil logodan tiksinmiştim. Sağıma soluma bakınıp çöp konteynırı aradım. Sonunda 5 metre ileride bir tane buldum. Telefonu konteynıra fırlatıp, yoluma devam ettim.


HASAN TOLGA CENİK

24 Mayıs 2015 Pazar

ZAMAN MAKİNESİ

‘Ooo vakit geç olmuş. Ben kalkayım malum iş, güç’ demiştim Sulak çiftinin yanından ayrılırken. Bir türlü zamanı kontrol etmeyi öğrenememiştim. Sırf zamanla iyi geçinmek ve kontrol altına almak için ZAMAN gazetesine bile abone olmuştum ama nafile… Niye benle uğraşıyordu ki bu zaman? Neden ben? Bu düşünceler içerisinde, kapıyı açıp evime girdim. Pijamalarımı giyer giymez, yatağa attım kendimi. Sabah düşünürüm bunları diyerek uykuya daldım.

Saate baktığımda öğlen 12 sularıydı. Evet, korktuğum başıma gelmiş, zamanla olan mücadelemi kaybetmiş ve de işe geç kalmıştım. Müdürümü arayıp halamın hastalandığını ve ona bakmak zorunda olduğumu söyledim. Müdür pis bıyık ‘sadece bir günlük’ deyip kestirip attı ve telefonu yüzüme kapattı. Yüzümü yıkarken, eli yüzü gözükmeyen aynada kendime uzun bir müddet baktım. Yetmedi bi’ daha baktım. Sonunda ‘Buldum!’ dedim. Ama ne bulmuştum. Yüzüme bir daha su çarpınca kendime geldim. İşte bulduğum şey çok açık ve netti. ‘Zaman makinesi yapmak.’ Gayette ciddiydim. Peynirli kurabiye yapan ben, boktan bir zaman makinesi mi yapamayacaktım. Güldüm kendime ve hemen makine yapımı için kollarımı sıvadım. Hazır kollarımı sıvamışken, abdestte aldım.

Kahvaltımı hazırlayıp, televizyonun başına geçtim. Belki bu zaman makinesi ile ilgili birkaç bir şey bulurum diye o kanal senin, bu kanal benim gezip durdum. Dikkatimi bir kadın programı çekti. Hemen durdum, sabitledim kendimi. Orda kendine doktor diyen biri ‘Evet, ekran karşısındaki bayanlar, kâğıdımızı kalemimizi hazır edelim’ dedi. Kendimi birden oda da kâğıtla kalem ararken buldum. Ve hemencecik TV başına geçtim. Zaman makinesi için umutla not alıyordum fakat doktor bey bel ağrılarından kurtulmak isteyen bayanlara özel reçete yazdırıyordu. Hayal kırıklığına uğramıştım. 3 saatimi sırf bu kadın programında bir umut verirler makinenin formülünü diye bekleyerek geçirmiştim. Zaman yine beni alt etmiş, kontrataktan golü bulmuştu.

Akşama kadar evin içinde volta atıp, düşünerek vakit harcadım. Aklıma herhangi bir şey gelmedi zaman makinem için. Haberlerin başlama saati gelir gelmez koltuğa kuruldum ve bekledim. Bu bekleyiş beni baya bi’ zaman kaybına uğratmıştı. Haberlerden de beklediğimi bulamayınca akşam yemeğimi yemeye ve TV’deki ‘Yüzüklerin Vadisi’ adlı dizimi izlemeye başladım. Bu da benim tam 4 saatimi aldı. Gece 12 gibi yatmaya karar verdim. Saatimi kurdum işe geç kalmamak için ve yatağın içine kendimi-tüyün havada süzülme süresine paralel olarak-attım. Uyumuştum çoktan.

       Garip garip rüyalar görürken, rüyaların olmazsa olmazı aksakallı dedeyi karşımda buldum. ‘Ey oğul! Sana güzel şeyler söyleyecem aklında tut’ dedi aksakallı dede. ‘Bir dakika dede, kâğıt kalem alayım kafam zaten allak bullak’ dedim. Ve kâğıt kaleme sarıldım. ‘Söyle dedem’ dedim. ‘Yaz oğul! ‘Zaman makinesi’ ‘Malzemeler’ mır, mır, mır, mır  ‘Yapılışı’ tır, tır, tır…’ derken dede, ‘Ne diyon lan napayım zaman makinesini, ayağımıza fırsat gelmiş. Söyle bakalım oradan sayısalın rakamlarını, bir de devretti oh mis gibi’ dedim. Aksakallı dede ‘Oğul sayısalı bilmiyorum bu hafta sırf sana yardım için geldim zaman ma… ehe’ derken tokatı suratına yapıştırdım. ‘Napayım lan ben makineyi, bana para lazım s.kmişim zamanı. Zaten sen rakamları söylüyon da noluo kimse tutturamıyor sayısalı, yalancı ihtiyar’ diye bağırıp yakasına yapmıştım. Bastonunu kırıp, kırık bastonu boğazına bir bıçak edasıyla dayadım. Geç bakayım sen şöyle diyerek elini kolunu bağlayıp onu gizli odamdaki gizli dolabıma sakladım. Dolabın kapağını tekrar açtığımda 10 yaşımdan beri içerde rehin tuttuğum diş perisine yemek vermeyi unuttuğum aklıma geldi. İkisine de bir şeyler hazırlayıp önlerine koydum. Aksakallı yemeği bitirdikten sonra ‘Niye bizi burada tutuyorsun bizim suçumuz ne?’ dedi. ‘Sus lan koduğum’ deyip suratına bir tokat daha attım. ‘Peki diş perisinin ne işi var burada’ dedi aksakallı. ‘Uzun hikâye’ dedim ve başladım anlatmaya. ‘10 yaşımdaydım. Yeni dişim çıkacaktı. Eski dişimi, annemin-diş perisi alacak o dişi ve sana onun yerine hediye bırakacak- demesiyle yastığımın altına koydum. O gece diş perisi gelmişti. Göz kapaklarımı hafif aralayıp, onu dikkatlice izledim. Dişi aldı ama ortada hediye falan yoktu. Yataktan fırlayıp, ‘Hop nereye gidiyon hemşerim’ deyip perinin kafaya tahtayla vurdum. Bayılmıştı. O günden beri burada saklıyorum’ dedim. Diş perisi ‘Sihirli değneğimin pili bitti. Niye inanmıyorsun bana hala’ dedi. ‘Yalan söylüyorsun bana, yalan’ dedim ve ekledim ‘O gün hiç gelmeyecektin peri hem de hiç!’ Dolabın kapağını iki zavallının suratına kapattım.

 Yatağa uzanır uzanmaz aklıma bir fikir geldi. Bu salakları evde tuttukça olan bana oluyor, maddi yönden bana giriyordu. Gizli odaya gidip, gizli dolabın kapısını açtım. İlk önce eli kolu bağlı ihtiyarı dışarı çıkarıp bir sandalyeye oturttum. Yere gazeteleri serdim ve doğruca banyoya koştum. ‘Napacaksın bana’ diye bağırıyordu aksakallı arkamdan. Banyodan aldığım tıraş makinesiyle bunun saçla sakalına giriştim. Aksakallı dedenin kafayı dazlak, yüzünü de parlak yapmıştım. Aksakallıyı böyle görünce kahkahalar attım ve kendisini görmesi için eline aynayı tutuşturdum. Dede hem ağlıyor hem de ‘Niye yaptın bana bunu’ diyerek bağırıyordu. Sıra periye gelmişti. Dolaptan dışarı çıkardım periyi. Ayakta durmasını ve sihirli değneğini bana vermesini söyledim. Değneği cebe atıp, diğer cebimdeki makası alıp perinin kanatlarını kökten kestim. İki zavallı ağlıyor ve ağıtlar yakıyordu. Bunların bağını çözüp, ‘Şimdi siktirin gidin’ diyerek evden kovdum. İntikamımı almıştım. (Neyin intikamıysa…)

Elimi cebime atınca sihirli değneği fark ettim. Acaba gerçekten pili mi bitmişti? Lazerdeki pilleri çıkarıp değneğe taktım. İlk önce bir bardak su için değneği salladım ve önüme geldi bardak. ‘Oha! Çalışıyor lan’ dedim. Lakin değnek yoktan var etmiyordu evde ne varsa onu önüme getiriyordu sadece. Zaman makinesi için değneği salladığımda önüme hiçbir şey gelmedi. Para için salladığımda önüme cebimdeki var olan 5 ytl geldi. Oldukça sinirlendim. O sinirle değneği kırıp, çöpe attım.


      H.TOLGA CENİK

11 Mayıs 2015 Pazartesi

HANIM YAT FAREDİR O FARE



   ‘İçeriden tıkırtılar geliyor, kalk bak bey’ dedi. Keşke demez olaydı. Zaten uyumamak için direnen bünye, bu sözle gaza geldi, uykuyla ilişkisini tamamen kesti. 21. yüzyıldaydık ve halen bana bey diye hitap ediyordu karım. Millet bebeğim, canım, bebiş, bebek vb. sözcüklere çoktan terfi etmişken. Tekrar ‘Kalk bak bey’ dedi. Bende hiç sevmediğim hanım kelimesini cümle içinde kullandım ve dedim ki: Hanım yat, Faredir o fare! Bu sözden hiç etkilenmemiş olmalı ki ‘Bey içeriden geliyor sesler’ diyerek benim yataktan kalkmama sebep oldu.
      İçeri girmemle şok olmam bir oldu. O ne! Karşımda sinemada gördüğüm, bildiğim karakterler süper kahramanlar: Batman, Süperman ve Örümcek Adam. Gözlerimi ovuşturdum, kendime bir cimcik attım yetmedi bir de tokat attım, hala inanamıyordum. ‘Merhaba Haluk’ dedi grubun basın sözcüsü gibi bir konuma bürünmüş Batman. ‘Merhaba da siz nerden çıktınız? Hem ben hanıma faredir içerideki dedim, şimdi ne olacak. İnsan yanında bir de Mickey Mouse’ u getirir ayıp olmasın diye. Karım sizi görünce ben ne diyecem lan!’ dedim karşımdakilerin bir an süper kahraman olduğunu unutarak. ‘Hop birader sakin’ dedi grubun ayak işlerini yaptığı her halinden belli olan Örümcek Adam. Birden Süperman karıştı lafa ‘Biz buraya sana yardım etmeye geldik lavuk. Ee pardon Haluk’ dedi ve güldü. ‘Eyvallah Süperman çok kibarsın eksik olmayasın’ dedim kırılmış bir halde.
     Ortam iyice gerilmişti ki araya Batman girdi. ‘Obama bize bir görev verdi, kötü durumdaki insanlara yardım etmemiz için. İlk görev yerimiz TÜRKİYE. Yardımı alacak şanslı kişi de sensin’ dedi. ‘Ee boşuna desteklemedim ben Obama’yı. Yatak odasında ki duvarda posteri asılı’ dedim. O sırada içeriden karım çıkageldi. ‘Bey arkadaşların mı gelmiş’ dedi, bende başımla onayladım. Karım hoş geldiniz bile demeden o lanet yatak odasına geri döndü. Ben sinirden küplere binmiştim. Tam isyan edip bağıracakken ‘İşte biz de seni bu dertten kurtarmak için geldik’ dedi Batman Jokeri alt edebilmenin verdiği mutlulukla bana bakıp. ‘Gerçekten mi? Bakın bu kadın şakaya gelmez. Amerika için İran’ın nükleer tehdidinden daha büyük bir tehdittir bu kadın’ dedim. Bu laftan sonra üçünde de biraz tırsma gördüm. Sonra ortamı yumuşatmak için ‘Gördüğünüz gibi beyler bir hoş geldiniz bile demedi size. Onu dese bir şey içer misiniz, karnınız aç mı diye sormaz, odun çünkü. Bir de arkadaşların mı gelmiş diyor. Lan böyle renkli, dar elbise giyen arkadaş mı olur. Hayatında hiç mi sinemaya gitmez insan. Bunlar süper kahraman! kahveci Ahmet’le, otlakçı Levent, yancı Hakan değil’ dedim. Süperman sinirlenmiş olmalı ki ‘Erkekliğimizden şüphen olmasın, bizim de hoşumuza gitmiyor, dar giyip gezmek ama süper kahramanlığın ilk kuralı bu. Yazın maruz kaldığımız pişiğin haddi hesabı yok’ dedi. Birden ortama efkâr çöktü. Müslüm Baba’dan birkaç bir şey çalsam eminim o an, Süperman kriptonitle kollarına kesik atmaya çalışacak, Örümcek Adam Mary Jane’ in fotosuna bakıp ağlayacak, Batman küçük yaşta kaybettiği anne ve babasının arkasından ağıtlar yakacaktı. Ben ise direkt bir küçük açıp iyice efkârlanacaktım.
    Biraz sonra ‘Beyler kusura bakmayın size ikram edeceğim sudan başka içeceğim yok, o da musluk suyu’ anlayın beni der gibi baktım. ‘Olsun önemi yok’ dedi grubun içinde ezildiği fazlasıyla belli olan Örümcek Adam. O an emin oldum ki Örümcek Adamla fazladan 2 3 saat geçirsek kanka olabilirdik. O sırada efkârın üzerine bulut gibi çöktüğü belli olan Süperman ‘Örümcek kalk aşağıdaki tekelden 2 tane büyük rakı al. Özlemişim ne zamandır içmiyorum’. Sonra duraksayıp ‘Rakı-balık yapardık lakin saat çok geç olmuş’ dedi yüzüme bakıp gülümseyerek. Örümcek Adam homurdanarak pencereye gitti ve dışarı çıktı. Bende boş durmadım evde var olan meze kalitesinde sayılabilecek birkaç bir şey hazırladım. ‘Ne zahmeti vardı’ dedi içtenlikle söylediği her halinden belli olan batman. Sadece gülümsemekle yetindim. Mezeleri hazırlamam tam bitmiş ki, Örümcek elinde 2 büyük ve 1 küçükle çıkageldi.
     Rakı sofrasına oturduk, bir yandan içiyor efkârlanıyor bir yandan da benim meseleyi tartışıyorduk. En sonunda beni bu kadından (çileden) kurtaracaklarını ama nasıl yapacaklarını bilemediklerini söylediler. Güldüm. Kafam hafiften güzel olmuştu ilk dubleden. ‘Kardeşim, siz ayırın bizi, bir şey olmaz’ dedim gülerek ve neden güldüğümü hiç bilmeyerek.
    ‘Obama sana yeni ve güzel bir hayat vaat ediyor Amerika da’ dedi gözleri hafiften kızarmış olan Batman. ‘Amerika mı’ dedim ve sevinçten Rafet el Roman’ın Macera Dolu Amerika şarkısını söyledim dakikalarca. Sonunda susmuşken ‘Nasıl bir hayatmış bu. Yoksa beni de mi süper kahraman yapacaksınız. Haluk’un A’sını çıkar alsana HULK. Hulk öldü mü lan yoksa’ dedim hem sevinçli hem de şaşırmış bir halde. ‘Yok, be Haluk’um ne ölmesi’ dedi örümcek, aramızdaki kankalığın ilk adımları atılıyordu sanki. 2. dubleyi bitirince kafam çok güzel oldu.(nedeni açlıktı) ‘İyi de ben ABD’de ne iş yapacam’ dedim. Süperman ‘Bizde onu düşünüp duruyoruz. Senin aklında bir şey var mı süper kahramanlığın dışında Haluk’ dedi. ‘Sanırım bir fikrim var’ dedim ve Süperman’e dönüp ‘Senin üstünü değiştirdiğin telefon kulübelerinin tedarikçisi olsam nasıl olur?’ Hepsi oldukça şaşırmıştı. Süperman, olur maiyetinde kafasını salladı. Hepsi kabul etmişti, gözlerinden anlaşılıyordu. SİTK adlı şirketin başına geçecektim, karar verilmişti artık.
    Onlar içmeye devam ederken ‘Beyler hepinizin cillop gibi manitası var. Benim durumum ne olacak. Hayatımda ne bir Louis Lane, ne bir Mary Jane, ne de bir Rachel Dawes tanıdım. Sizinkilerden sıkıldıysanız herhangi birini bana yollayın’ dedim. (Keşke demeseydim.) ‘Saçmalamayı kes artık’ dedi batman oldukça kızgın bir şekilde. ‘Playstation yok mu? Bir PES atardık’ dedi ortamı yumuşatmak için Süperman. ‘Ne Playstation’ı ne Pes’i. Fakirim olum evimde içilecek su bile yok!’ dedim ve ortamın gerginlik seviyesini tavana yükselttim. Tam boğazıma yapışacakken Batman, Örümcek onun kollarını tuttu ve sakin olmasını isteyen bir hareket yaptı.
    Gerginlik yatışmışken, 2 büyük rakının da bittiğini fark ettim. Hatta 35’likde yarılanmıştı. ‘Oha yavaş için olum bir şey olacak’ diyerek onlara verdiğim değeri hissettirmeye çalıştım. 5 dakika içinde küçük şişe de bitince, Süperman birkaç şişe daha aldırmak için Örümceke bakış atarken, Örümceki durdurdum ve ‘Bu kadar yeter. Bakın ben 2 duble içtim daha fazla zarar’ demeye kalmadan başım dönmeye başladı ve koltuğa yığıldım. Bayılmadan önce görebildiğim kadarıyla üçü de karnını tutuyor ve acı acı inliyorlardı.
    Hastanede uyandığımda önümdeki gazeteye göz attım. ‘ Kriptonit öldüremedi ama sahte rakı öldürdü’ adlı haberi olanca hızımla okudum. Haberde dördümüzün de sahte rakıdan zehirlendiğini, Süperman in öldüğü, Batman in komada olduğu, Örümcekle benim durumumum iyi olduğu yazılıydı. Sonradan TV de haberlerden son dakika gelişmesiyle Batman in de öldüğünü duyacaktım. Örümcek benimle birlikte hayatta kalan şanslı kişi olmuştu. O da benim gibi 2 dublede kafayı bulmuştu.
    Siz bunları okurken; Amerika’ya hiç gidemediğimi, Örümcekle kanka olamadığımı anlattığım anı kitabımın ismini vereceğim. ‘Süper Kahramanların Dostluğu’
    O günden sonra beni ne Obama ne de Örümcek arayıp sordu. Basının ilgi odağı oldum birkaç yıl boyunca. Oradan kazandığım paralarla hiç de olmasa güzel bir hayat sürdüm. Karımdan kurtulamadım, hatta sıkı sıkıya bağlandım. Hayat benim için limoni bir tatta geçmeye başladı. Bir gün acı, bir gün tatlı… O geceyi unutmam pek mümkün olmayacak. Süper kahramanların görev aşkına yapabilecekleri ve dostlukları. Ama bir gerçek var ki istemesek de karşımıza çıkıyor.
      Hiçbir kahraman ölümsüz değildir…



H.TOLGA CENİK

2 Mayıs 2015 Cumartesi

ÇEKİL BİRADER ORDAN DÜKKÂNIN ÖNÜNÜ KAPAMA

‘Abi yine neler almışsın böyle, ne işine yaracak bunlar. Ne yapmaya çalışıyorsun. Kaç zamandır bir şey demiyorum ama dayanamayacam artık. Bütün maaşını bunlara yatırıyorsun. Braun silkepili napacaksın. Hadi onu geçtim. Titreşimli ne varsa aldın, diş fırçası dışında. Hadi telefonlar neyse de vibratörü ne yapacaksın açıkçası çok merak ediyorum Osman abi’ dedi Osman’ın iş arkadaşı Faruk. Ofis bir anda sessizliğe büründü. Kimse konuşmaya cesaret edemiyordu. Sadece ofisin hiç eksik olmayan kadrolu sineği vızıldıyordu. Osman cevap verdi ‘Diş fırçası başlığı takıp titreşiminden yararlanacam’ Ofis öyle bir tepki verdi ki, Osman Kültü kendini bir an stand-up gösterisinde sahnede sandı.
    Osman’ın böyle garip alet edevat almaya başlaması 6 ay öncesine dayanıyordu. 6 ay önce bu lanete kapılmıştı. Eli kolu bağlanmıştı sanki. Aldığı maaşın %70’ini böyle garip, işe yaramaz şeylere harcıyordu. Tokalar, saç düzleştirme makineleri, kol saatleri, plazma tvler, koli koli ipler, erotik shoplardan alınmış karşı cinsi ilgilendiren şeyler… Sakın yanlış anlamayın Osman gay değildi, sadece lanetlenmişti. Dedik ya her şey 6 ay önce başlamıştı diye. Şimdi size 6 ay önce yaşanan o trajikomik olayı ve bu olayın günümüze kadar gelen etkilerini anlatalım.
     Osman yine zamanında varmıştı buluşma yerine. Yalnız sevgilisi Selda ortalarda gözükmüyordu. 15 dakika kadar beklemişti Selda’yı Osman ama Selda’nın geleceği yok gibiydi. Osman beklemesinin 26. dakikasında Selda’dan gelen mesajla irkildi. Selda 30 dakika sonra ancak varabilecekti buluşma yerine. Tipik kız alışkanlığıydı bu; İnsanları bekletmek ve eziyet etmek. ‘İyi tamam’ diye mesaj geçti Osman Selda’ya ve zaman geçsin diye çevredeki dükkânları gezmeye koyuldu.
     Derken soluğu bir beyaz eşya dükkânında aldı Osman. Vitrindeki cep telefonlarına bakıyordu. Birini gözüne kestirdi ve hem fiyatını hem de özeliklerini sordu. Telefonun özellikleri çok hoşuna gitmişti fakat fiyat pek umduğu gibi değildi. ‘Pahalıymış’ dedi satıcıya. Satıcı ‘Kardeşim kapıdaki yazıyı okumadın galiba. Git oku bakim ne yazıyor orda. Neden beni sıcak koltuğumdan kaldırdın ha! Almayacaksan siktir git!’ dedi. Osman ses çıkarmadan kapıya yöneldi ve kapıdaki yazıyı okumaya başladı. ‘Alıcı değilseniz içeri girmeyiniz ha bu yazıyı okumadan içeri girdiyseniz kesinlikle bir şeyler alınız. Eğer yazıyı okumadan içeri girip hiçbir şey satın almadan kapıdan dışarı adımınızı attıysanız ‘Allah belanızı versin’. İnsan biraz dükkân sahibini düşünür. Yazıyı okuduysan şimdi siktir git!’ Osman’ın yüzünde tebessüm oluştu oysaki lanetlendiğinin farkında bile değildi. ‘Ah şu Karadenizliler ne matrak adamlar’ dedi içinden.
     Tekrar dükkânların vitrinlerini seyretmeye koyuldu. İlk vitrinine göz attığı dükkân tuhafiyeci olmuştu. Fakat birden bire beklenmedik bir şey oldu. Osman dükkânın önünde sabitlendi. Hareket etmek istiyor fakat bir türlü başarılı olamıyordu. Dakikalarca sürdü bu. Dükkân sahibi en sonunda kızıp ‘Çekil birader oradan, dükkânın önünü kapama! Mal gelecek’ dedi zavallı Osman’a. Osman ‘ Abi valla kilitlendim burada yardım et, hareket edemiyorum’ dedi. ‘Hah bir vaka daha’ dedi dükkân sahibi orta yaşlı Bilal amca. ‘Ne vakası abi’ dedi şaşırmış bir vaziyette Osman. ‘Yoksa sen ‘Karalanet Ticaret’ tabelalı dükkânın içine girip bir şey satın almadın mı?’ dedi. Osman çaresizce başını salladı. ‘Aferin yavrum lanetlenmişin sen. Dur! ilk önce benden bir şey satın al da hareketsizliğin ortadan kalksın bari. Ne istersin dükkândan’ dedi Bilal amca. ‘Abi bana oradan bir tane örgü ipi ver’ dedi Osman. Bilal amca ‘Bir tane mi koliyle almazsan sana bir şey satmıyorum. Öylece hareketsiz kal’ dedi. Osman çaresizce kabul edip bir koli ipe 50 TL bayıldı ama artık hareket edebiliyordu.
    ‘İpi aldık abi artık lanet geçer dimi’ dedi Osman tuhafiyeciye. ‘Hayır, ne geçmesi Karalanet Ticaretten bir şey satın almazsan bu lanet ölene kadar sürer. Ama içerde gördüğün adamdan alacaksın başkasından alırsan olmaz’ dedi tuhafiyeci Bilal. ‘Sağ olasın abi’ dedi Osman ve hızlıca yürümeye başladı dükkâna doğru. Fakat tam o sırada dükkân sahibi Laz Dursun arabasına biniyordu. Osman Dursun’ a yetişene kadar Laz Dursun arabasını çalıştırmış ve gaza basmıştı. Osman caddeye baktı ve filmlerdeki gibi taksiye binip, öndeki arabayı ‘Takip Et’ dedi. (Osman’ın hayaliydi bunu yapmak fakat bunu böyle bir zamanda yapmak hiç mi hiç istemezdi.) 2 araba otoyola çıkalı daha 5 dakika geçmemişti ki, Laz Dursun’ un kontrolündeki araç önce bariyerlere çarptı sonra taklalar attı, karşı şeride geçti ve yanmaya başladı. Taksi şoförü ve Osman’ın birbirlerine uzun süre bakmaları o acı anı anlatıyordu sanki. Osman taksiciye ‘Devam et. Sende karşı şeride geç. Sür durma sür daha ne bekliyorsun’ dedi. Taksici ‘Abi ne diyorsun Allah aşkına sen! Bizi öldürecek misin’ dedi. ‘Ben zaten ölmüşüm’ dedi ve hüngür hüngür ağlamaya başladı Osman Kültü.
   Uyandığında hastanedeydi sinir krizi geçirmişti takside Osman. Taksicide onu hastaneye getirmişti. Yanı başında elini tutan sevgilisi Selda vardı. Osman’ın uyandığını görünce Selda ‘Aşkım iyi misin?’ dedi. Osman hiç sesini çıkarmadı, cevap vermedi. Dikkatli gözlerle televizyonu takip etmeyi sürdürdü. Haberde Laz Dursun’ un yaptığı ölümüyle sonuçlanan kazadan bahsediliyordu. Osman ağlamaya başladı. Bu lanetle ölene kadar yaşaması imkânsızdı. Düşünsenize alışveriş merkezlerinden içeri adımını nasıl atacaktı? Her 5 adımda hareketsiz kalırdı, bütün parasını harcardı AVM’lerde gezerken. Hayatı kararmıştı Osman’ın.
    Osman aniden Selda’ya döndü ve tokat attı. Bağırarak ‘Hepsi senin yüzünden! Eğer vaktinde gelmiş olsaydın buluşmaya bunlar olmayacaktı. Şimdi gelmiş yanımda elimi tutuyorsun. Siktir git gözüm görmesin seni lanet kaltak’ dedi. Selda ağlayarak odadan ve Osman’ın hayatından tamamen çıktı.
    Hastaneden taburcu olmadan önce 2 kez intihara kakışmıştı Osman. Biri ilaçlarla, biri de kendini asmaya çalışarak. Gerçi ikisinde de başarısız olmuştu ama o denemekten vazgeçmeyecekti. Bu lanetle geçen 6 ay boyunca 10 kez daha intihara teşebbüs edecekti. Yine hepsinde başarısız olacaktı. Lanet ne ölmesine izin veriyor ne de bitiyordu. Osman hayatına ne kadar devam etmeye çalışa da her dükkânın önünde hareketsiz kalıyor, dükkân sahibi onu fark edene kadar hareket edemiyordu. En çok sabit kaldığı dükkân önleri ise bayanlara hitap mağazalardı.(İşe giderken kullandığı güzergâhta olan dükkânlardı bunlar) Bir de en çok erotik shopta sabitleniyordu. Sayısız porno film ve sayısız karşı cinsin ilgi alanına giren aletler almıştı. Dükkân sahibinin Osman’ın bu durumundan istifade edip, gülerek gıcıklık olsun diye sattığı erotik şeyler.
     Bu kadarı yeter sanırım. Günümüze dönelim isterseniz. Osman yaptığı titreşim esprisinden sonra ceketini alıp, dışarı çıktı. Dışarıdan bir taksi çevirip Karalanet Ticaretin olduğu mahalleye gitmesini istedi taksiciden. Taksici tanımıştı Osman’ı ilk görüşte ve zoraki gülümsemişti. Osman taksiden iner inmez ilk olarak tuhafiyeci dükkânına gitti. Yine bir koli ip aldı ve Bilal amcaya Laz Dursun’ un oğlu olup olmadığını sordu. Bilal amca müjdeli haberi vermişti. Laz Dursun’ un bir değil tam 2 tane oğlu vardı. Şimdi ikisi de dükkâna göz kulak oluyordu. Osman’ın çok sonraları aklına Dursun’ un oğlu olup olmadığını sormak gelmişti. Osman’ın aklına bu mükemmel bir fikir ise çok geç gelmişti. Osmanlı Devletinde her şey babadan oğla geçmiyor muydu? Laz Dursun’ un 2 oğlundan da bir şeyler satın alıp laneti yok edecekti Osman. Babadan oğula geçen lanetleme gücü…
    Yavaş yavaş adımlarla Karalanet Ticarete doğru yürürken, Osman çok ağır bir gaz kokusu aldı ama nerden geldiğini anlayamadı. Bir anda Karalanet Ticarette şiddetli bir patlama oldu ve dükkân Osman’ın gözlerinin önünde yanmaya başladı. Osman patlamanın etkisiyle yere yığıldı. Gözlerinden yaşlar geliyordu. Böyle bir şey olamazdı. Başını ellerinin arasını koydu, ağlamaya devam etti. Lanetiyle baş başa kalmıştı yine…

HASAN TOLGA CENİK

28 Nisan 2015 Salı

OTOBÜS DURAĞI



     Her Salı akşamı olduğu gibi yine yolum Taksime düşüyordu. Otobüs durağında o Mart soğuğunda aptalca hususi otolara bakarak otobüs beklemekteydim. Hayatımın birçok bölümünü bekleme süreçleriyle geçirmiş biri olarak pek sıkılmıyordum açıkçası. Kurduğum hayaller ilkokul çağındaki çocukların hayalleriyle eşdeğerdi. İşte bu noktada gerçekten çağ dışı bir insan olduğumu fark etmem gerekiyordu. Ama nasıl? Tekrar o soğuk akşama ve otobüs durağına dönmüştüm. Yanımda bana bakıp kifayetsizce sırıtan adama benimde beklemediğim bir şekilde ‘Ne var lan’ dedim. Garip adam ‘ Taksim otobüsünü bekliyorsun sanırım’ dedi. Kekeleyerek kuru bi’ ‘EVET’ dedim. ‘Çok beklersin’ dedi garip adam ve devam etti. ‘Bugün seferler iptal, bu arada ben Timur’. ‘Bende Hamdi’ diyebilmiştim sadece. İçimi bir korku ve endişe sarmıştı. Taksime gidemezsem söyleşiyi kaçıracaktım. Yüzümden anlamış olmalı ki ‘Merak etme. Biraz sonra buradan ‘Dünyanın her yerine giden otobüsü’ geçecek.’ dedi. ‘Ne saçmalıyorsun sen’ dedim. ‘Bak ben Edinburgh’ a gideceğim hiç sorun ediyor muyum? Tabi ki de hayır’ dedi çok garip insan Timur. ‘Otobüsle bir ada parçasında bulunan yere nasıl gideceksin?’ dedim. ‘Orasını dert etme’ dedi Timur. Bende dert etmedim.          
        O otobüsü beklerken sohbet koyulaştı ve kişisel konular ortaya döküldü. Tabi kişisel konuları açan Timur’du. Açtığı kişisel konu ise basurdu. Sürekli ‘Geçmiş olsun’ diyip geçiştirmeye çalışsam da o vazgeçmedi ve sonunda beklenen otobüs geldi. Ön camda ‘ HER YERE GİDER ve HERŞEY GEÇER’ yazıyordu. İlk defa böyle bir otobüs görmüştüm ve ‘Her yere gider’ ibaresi doğrusu beni benden almıştı. Otobüse binerken ön tarafta bulunan makineye akbil bastım. Arkalara doğru ilerledim. Her şey geçer derken akbilin de geçmesi beni Dünya Kupasını yakından gören kaybeden takımın futbolcusu gibi sevindirdi. Timur yanıma geldi, genelde hepsi boş olan koltuklardan birine oturdu. ‘Timur’ dedim ‘Sen neyle geçtin.’ ‘İlkokul pekiyi, Lise orta, ÖSS baraj + 10 puan’ dedi ve ekledi ‘Ne diyorsun amk!’ ‘Olum akbil bastın mı yani dedim. ‘Hayır, lan ne akbili her şey geçer diyor bende içimde var olan insan sevgisiyle geçtim’ dedi iyicene garipleşen Timur. Yuh dedim içimden harbi yuh! ve sonra daha da sertleştim kendime karşı ‘Tam malım ha birde mal oluşum yetmiyormuş gibi akbil bastım halbuki her şey geçer diyor bende dahilim buna Hamdi malı’ dedim. Ardından hüzünlü bir yolculuğa göz kırptım.
        Daha otobüse bineli 5 dakika olmamıştı ki Timur düğmeye bastı, o mutluluk pompalayan ‘DURACAK’ yazsını devreye soktu. ‘Nereye Timur’ dedim o otobüsten inerken ‘Edinburgh 5 dakika mı lan burası Polonezköy bak durakta yazıyor. Timur bırakıp gitme lan beni’. Çoktan gözden kaybolmuştu bile Timur. Bir 10 dakika daha oturup duracak yazısına ait düğmeye basacaktım. Otobüsün içinde mahsur kalmış gibi oturan parmakla saydığım 15 kişi bir zombi edasıyla etrafı gözetliyordu yeni fark etmiştim. Kapan kısılmıştım. Bir hışımla kalkıp düğmeye bastım otobüs durdu fakat bu ne soğuktu yarabbi. Kısık gözlerle bakarak Nepal yazan tabelayı gördüm. İyice şaşırdım otobüsten inemedim tabi. Çaktırmadan ‘Kim basıyorsa bu düğmeye haddini bilsin. Dur kalk, dur kalk bu otobüs ne yakıyor haberiniz var mı’ dedim. Şoförün sempatisini kazanmış olmalıydım ki ‘Delikanlı yanıma gel’ dedi. Yanına gidip ‘Buyur Abi’ dedim. ‘Olum’ dedi şoför. ‘Olum sen nereye gitmek istiyorsun.’ Bilinçsizce ‘New York New York’ dedim. ‘Tamam’ dedi ‘Ben gelince sana söyleyecem ön kapıdan inersin’. Çok sevinçliydim hayatımda ilk defa yurtdışına çıkacaktım o da NY idi boru değildi yani. Aradan 20 dakika geçmemişti ki gördüğüm Adana il sınır yazan tabela ve peşi sıra gelen ‘nüfus 1.530.257, rakım 23  ’ ifadeleri bulunan tabela beni beynimden vurulmuş hale soktu. Şoför ‘Burada incen arkadaş’ dedi. Kızgınlıkla söylemiş olmalıydım ki ‘ Lan göt buranın neresi New York’ dedim. Şoför ‘Kızmabirader kaç zarla oynanıyordu’ diyip birazda olsa havayı yumuşatmıştı. ‘Gel senle inelim bi’ güzel kebap yiyelim’ dedi şoför. Kendimizi ‘AMCA BABA YARISIDIR’ isimli kebap salonunda bulmuştuk. Masaya kurulur kurulmaz ‘Yolcular ne olacak’ dedim. ‘Salla gitsin onları baksana hepsi zombi gibi’ dedi. ‘Peki, neden öyleler’ diye sordum ve ekledim ‘Abi ben Hamdi senin isim ne?’ ‘Ben Muhittin’ dedi şoför ‘Onların haline gelince hepsi kafasında inecekleri yeri düşünüyorlar. 30 senedir o koltuklarda oturanlar var, hepsi ilk başlarda senin gibiydiler fakat istedikleri yeri bi’ türlü tutturamayınca zombiye dönüştüler sanki. İstediği yere gidebilen bir tek kişi çıktı o da Timur. Nasıl yapıyor bende bilmiyorum.’ Oldukça şaşırıyordum. Biraz zaman geçtikten sonra siparişler geldi. Sohbete başladık fakat benim dikkatimi Muhittin abinin 5.porsiyonda olması çekmişti. ‘Abi nasıl yiyon bu kadar porsiyonu birde zayıf adamsın’ dedim. ‘Uzun yol yoruyor be adamı Hamdi acıkıyorsun işte’ dedi. ‘Kaç yıldır çalışıyorsun bu otobüste abi’ dedim. ‘Sanırım 30 yıl’ dedi Kaptan şoför Muhittin. ‘Peki, bırakmayı düşünmedin mi hiç abi ha’ dedim. Muhittin kaptan ‘Düşünmez olur muyum fakat bu otobüse giren kolay kolay çıkamaz’ dedi. ‘Bu otobüsün bi’ son durağı olmalı be abi’ dedim. ‘İşte’ dedi kaptan ‘İşte o son durağı bir bulsak herkes özgürlüğüne kavuşacak ama…’
        Yemek bittikten sonra aklıma dâhice bir fikir geldi. Otobüse binmeden, ön tarafta içten cama yapıştırılmış olan ‘Her yere gider ve Her şey geçer.’ yazılı tabelayı söktüm. Muhittin Abi olanları hayretle izliyor fakat çaktırmıyordu. Tabelayı sökerken aklıma ilkokuldayken arkadaşların kızlar tuvaleti ve erkekler tuvaleti yazan tabelaları yerlerini değiştirmeleri ile ortaya çıkan karışıklıkta kendimi birden kızlar tuvaletinde bulmam geldi. İşte bir tabela değişimi nelere bedeldi. Anılarımı geride bırakır bırakmaz o tabelanın yerine el yazım ile yazdığım Adana-İstanbul yazılı kâğıdı ya da en ilkel diye adlandırabilecek tabelayı cama iliştirdim. Birden bütün yolcular otobüsten inmeye başladılar. ‘Nerdeyiz biz? , Hangi yıldayız? , Saç sakalım birbirine karışmış, Alnım kırışıklarla dolu’ nidaları yükseldi yolculardan. Hepsine gereken açıklamayı yaptıktan sonra o gece Adana-İstanbul seferini başlatmıştık. Herkesi özgürlüğe kavuşturmak öyle gururlandırmıştı ki beni daha fazla dayanamayıp şekerleme fabrikasındaki yöneticiliğimden istifa etmiş ve Muhittin Abi’nin yanında muavin olmuştum. Timur ise tarih sayfasındaki yerine geri dönmüş ve Ankara Savaşının hazırlıklarına girişmişti. Timur’un rüyasında beni görmesi tarihin akışını oldukça etkileyecekti.
 


                                                                                                     HASAN TOLGA CENİK