24 Mayıs 2015 Pazar

ZAMAN MAKİNESİ

‘Ooo vakit geç olmuş. Ben kalkayım malum iş, güç’ demiştim Sulak çiftinin yanından ayrılırken. Bir türlü zamanı kontrol etmeyi öğrenememiştim. Sırf zamanla iyi geçinmek ve kontrol altına almak için ZAMAN gazetesine bile abone olmuştum ama nafile… Niye benle uğraşıyordu ki bu zaman? Neden ben? Bu düşünceler içerisinde, kapıyı açıp evime girdim. Pijamalarımı giyer giymez, yatağa attım kendimi. Sabah düşünürüm bunları diyerek uykuya daldım.

Saate baktığımda öğlen 12 sularıydı. Evet, korktuğum başıma gelmiş, zamanla olan mücadelemi kaybetmiş ve de işe geç kalmıştım. Müdürümü arayıp halamın hastalandığını ve ona bakmak zorunda olduğumu söyledim. Müdür pis bıyık ‘sadece bir günlük’ deyip kestirip attı ve telefonu yüzüme kapattı. Yüzümü yıkarken, eli yüzü gözükmeyen aynada kendime uzun bir müddet baktım. Yetmedi bi’ daha baktım. Sonunda ‘Buldum!’ dedim. Ama ne bulmuştum. Yüzüme bir daha su çarpınca kendime geldim. İşte bulduğum şey çok açık ve netti. ‘Zaman makinesi yapmak.’ Gayette ciddiydim. Peynirli kurabiye yapan ben, boktan bir zaman makinesi mi yapamayacaktım. Güldüm kendime ve hemen makine yapımı için kollarımı sıvadım. Hazır kollarımı sıvamışken, abdestte aldım.

Kahvaltımı hazırlayıp, televizyonun başına geçtim. Belki bu zaman makinesi ile ilgili birkaç bir şey bulurum diye o kanal senin, bu kanal benim gezip durdum. Dikkatimi bir kadın programı çekti. Hemen durdum, sabitledim kendimi. Orda kendine doktor diyen biri ‘Evet, ekran karşısındaki bayanlar, kâğıdımızı kalemimizi hazır edelim’ dedi. Kendimi birden oda da kâğıtla kalem ararken buldum. Ve hemencecik TV başına geçtim. Zaman makinesi için umutla not alıyordum fakat doktor bey bel ağrılarından kurtulmak isteyen bayanlara özel reçete yazdırıyordu. Hayal kırıklığına uğramıştım. 3 saatimi sırf bu kadın programında bir umut verirler makinenin formülünü diye bekleyerek geçirmiştim. Zaman yine beni alt etmiş, kontrataktan golü bulmuştu.

Akşama kadar evin içinde volta atıp, düşünerek vakit harcadım. Aklıma herhangi bir şey gelmedi zaman makinem için. Haberlerin başlama saati gelir gelmez koltuğa kuruldum ve bekledim. Bu bekleyiş beni baya bi’ zaman kaybına uğratmıştı. Haberlerden de beklediğimi bulamayınca akşam yemeğimi yemeye ve TV’deki ‘Yüzüklerin Vadisi’ adlı dizimi izlemeye başladım. Bu da benim tam 4 saatimi aldı. Gece 12 gibi yatmaya karar verdim. Saatimi kurdum işe geç kalmamak için ve yatağın içine kendimi-tüyün havada süzülme süresine paralel olarak-attım. Uyumuştum çoktan.

       Garip garip rüyalar görürken, rüyaların olmazsa olmazı aksakallı dedeyi karşımda buldum. ‘Ey oğul! Sana güzel şeyler söyleyecem aklında tut’ dedi aksakallı dede. ‘Bir dakika dede, kâğıt kalem alayım kafam zaten allak bullak’ dedim. Ve kâğıt kaleme sarıldım. ‘Söyle dedem’ dedim. ‘Yaz oğul! ‘Zaman makinesi’ ‘Malzemeler’ mır, mır, mır, mır  ‘Yapılışı’ tır, tır, tır…’ derken dede, ‘Ne diyon lan napayım zaman makinesini, ayağımıza fırsat gelmiş. Söyle bakalım oradan sayısalın rakamlarını, bir de devretti oh mis gibi’ dedim. Aksakallı dede ‘Oğul sayısalı bilmiyorum bu hafta sırf sana yardım için geldim zaman ma… ehe’ derken tokatı suratına yapıştırdım. ‘Napayım lan ben makineyi, bana para lazım s.kmişim zamanı. Zaten sen rakamları söylüyon da noluo kimse tutturamıyor sayısalı, yalancı ihtiyar’ diye bağırıp yakasına yapmıştım. Bastonunu kırıp, kırık bastonu boğazına bir bıçak edasıyla dayadım. Geç bakayım sen şöyle diyerek elini kolunu bağlayıp onu gizli odamdaki gizli dolabıma sakladım. Dolabın kapağını tekrar açtığımda 10 yaşımdan beri içerde rehin tuttuğum diş perisine yemek vermeyi unuttuğum aklıma geldi. İkisine de bir şeyler hazırlayıp önlerine koydum. Aksakallı yemeği bitirdikten sonra ‘Niye bizi burada tutuyorsun bizim suçumuz ne?’ dedi. ‘Sus lan koduğum’ deyip suratına bir tokat daha attım. ‘Peki diş perisinin ne işi var burada’ dedi aksakallı. ‘Uzun hikâye’ dedim ve başladım anlatmaya. ‘10 yaşımdaydım. Yeni dişim çıkacaktı. Eski dişimi, annemin-diş perisi alacak o dişi ve sana onun yerine hediye bırakacak- demesiyle yastığımın altına koydum. O gece diş perisi gelmişti. Göz kapaklarımı hafif aralayıp, onu dikkatlice izledim. Dişi aldı ama ortada hediye falan yoktu. Yataktan fırlayıp, ‘Hop nereye gidiyon hemşerim’ deyip perinin kafaya tahtayla vurdum. Bayılmıştı. O günden beri burada saklıyorum’ dedim. Diş perisi ‘Sihirli değneğimin pili bitti. Niye inanmıyorsun bana hala’ dedi. ‘Yalan söylüyorsun bana, yalan’ dedim ve ekledim ‘O gün hiç gelmeyecektin peri hem de hiç!’ Dolabın kapağını iki zavallının suratına kapattım.

 Yatağa uzanır uzanmaz aklıma bir fikir geldi. Bu salakları evde tuttukça olan bana oluyor, maddi yönden bana giriyordu. Gizli odaya gidip, gizli dolabın kapısını açtım. İlk önce eli kolu bağlı ihtiyarı dışarı çıkarıp bir sandalyeye oturttum. Yere gazeteleri serdim ve doğruca banyoya koştum. ‘Napacaksın bana’ diye bağırıyordu aksakallı arkamdan. Banyodan aldığım tıraş makinesiyle bunun saçla sakalına giriştim. Aksakallı dedenin kafayı dazlak, yüzünü de parlak yapmıştım. Aksakallıyı böyle görünce kahkahalar attım ve kendisini görmesi için eline aynayı tutuşturdum. Dede hem ağlıyor hem de ‘Niye yaptın bana bunu’ diyerek bağırıyordu. Sıra periye gelmişti. Dolaptan dışarı çıkardım periyi. Ayakta durmasını ve sihirli değneğini bana vermesini söyledim. Değneği cebe atıp, diğer cebimdeki makası alıp perinin kanatlarını kökten kestim. İki zavallı ağlıyor ve ağıtlar yakıyordu. Bunların bağını çözüp, ‘Şimdi siktirin gidin’ diyerek evden kovdum. İntikamımı almıştım. (Neyin intikamıysa…)

Elimi cebime atınca sihirli değneği fark ettim. Acaba gerçekten pili mi bitmişti? Lazerdeki pilleri çıkarıp değneğe taktım. İlk önce bir bardak su için değneği salladım ve önüme geldi bardak. ‘Oha! Çalışıyor lan’ dedim. Lakin değnek yoktan var etmiyordu evde ne varsa onu önüme getiriyordu sadece. Zaman makinesi için değneği salladığımda önüme hiçbir şey gelmedi. Para için salladığımda önüme cebimdeki var olan 5 ytl geldi. Oldukça sinirlendim. O sinirle değneği kırıp, çöpe attım.


      H.TOLGA CENİK

11 Mayıs 2015 Pazartesi

HANIM YAT FAREDİR O FARE



   ‘İçeriden tıkırtılar geliyor, kalk bak bey’ dedi. Keşke demez olaydı. Zaten uyumamak için direnen bünye, bu sözle gaza geldi, uykuyla ilişkisini tamamen kesti. 21. yüzyıldaydık ve halen bana bey diye hitap ediyordu karım. Millet bebeğim, canım, bebiş, bebek vb. sözcüklere çoktan terfi etmişken. Tekrar ‘Kalk bak bey’ dedi. Bende hiç sevmediğim hanım kelimesini cümle içinde kullandım ve dedim ki: Hanım yat, Faredir o fare! Bu sözden hiç etkilenmemiş olmalı ki ‘Bey içeriden geliyor sesler’ diyerek benim yataktan kalkmama sebep oldu.
      İçeri girmemle şok olmam bir oldu. O ne! Karşımda sinemada gördüğüm, bildiğim karakterler süper kahramanlar: Batman, Süperman ve Örümcek Adam. Gözlerimi ovuşturdum, kendime bir cimcik attım yetmedi bir de tokat attım, hala inanamıyordum. ‘Merhaba Haluk’ dedi grubun basın sözcüsü gibi bir konuma bürünmüş Batman. ‘Merhaba da siz nerden çıktınız? Hem ben hanıma faredir içerideki dedim, şimdi ne olacak. İnsan yanında bir de Mickey Mouse’ u getirir ayıp olmasın diye. Karım sizi görünce ben ne diyecem lan!’ dedim karşımdakilerin bir an süper kahraman olduğunu unutarak. ‘Hop birader sakin’ dedi grubun ayak işlerini yaptığı her halinden belli olan Örümcek Adam. Birden Süperman karıştı lafa ‘Biz buraya sana yardım etmeye geldik lavuk. Ee pardon Haluk’ dedi ve güldü. ‘Eyvallah Süperman çok kibarsın eksik olmayasın’ dedim kırılmış bir halde.
     Ortam iyice gerilmişti ki araya Batman girdi. ‘Obama bize bir görev verdi, kötü durumdaki insanlara yardım etmemiz için. İlk görev yerimiz TÜRKİYE. Yardımı alacak şanslı kişi de sensin’ dedi. ‘Ee boşuna desteklemedim ben Obama’yı. Yatak odasında ki duvarda posteri asılı’ dedim. O sırada içeriden karım çıkageldi. ‘Bey arkadaşların mı gelmiş’ dedi, bende başımla onayladım. Karım hoş geldiniz bile demeden o lanet yatak odasına geri döndü. Ben sinirden küplere binmiştim. Tam isyan edip bağıracakken ‘İşte biz de seni bu dertten kurtarmak için geldik’ dedi Batman Jokeri alt edebilmenin verdiği mutlulukla bana bakıp. ‘Gerçekten mi? Bakın bu kadın şakaya gelmez. Amerika için İran’ın nükleer tehdidinden daha büyük bir tehdittir bu kadın’ dedim. Bu laftan sonra üçünde de biraz tırsma gördüm. Sonra ortamı yumuşatmak için ‘Gördüğünüz gibi beyler bir hoş geldiniz bile demedi size. Onu dese bir şey içer misiniz, karnınız aç mı diye sormaz, odun çünkü. Bir de arkadaşların mı gelmiş diyor. Lan böyle renkli, dar elbise giyen arkadaş mı olur. Hayatında hiç mi sinemaya gitmez insan. Bunlar süper kahraman! kahveci Ahmet’le, otlakçı Levent, yancı Hakan değil’ dedim. Süperman sinirlenmiş olmalı ki ‘Erkekliğimizden şüphen olmasın, bizim de hoşumuza gitmiyor, dar giyip gezmek ama süper kahramanlığın ilk kuralı bu. Yazın maruz kaldığımız pişiğin haddi hesabı yok’ dedi. Birden ortama efkâr çöktü. Müslüm Baba’dan birkaç bir şey çalsam eminim o an, Süperman kriptonitle kollarına kesik atmaya çalışacak, Örümcek Adam Mary Jane’ in fotosuna bakıp ağlayacak, Batman küçük yaşta kaybettiği anne ve babasının arkasından ağıtlar yakacaktı. Ben ise direkt bir küçük açıp iyice efkârlanacaktım.
    Biraz sonra ‘Beyler kusura bakmayın size ikram edeceğim sudan başka içeceğim yok, o da musluk suyu’ anlayın beni der gibi baktım. ‘Olsun önemi yok’ dedi grubun içinde ezildiği fazlasıyla belli olan Örümcek Adam. O an emin oldum ki Örümcek Adamla fazladan 2 3 saat geçirsek kanka olabilirdik. O sırada efkârın üzerine bulut gibi çöktüğü belli olan Süperman ‘Örümcek kalk aşağıdaki tekelden 2 tane büyük rakı al. Özlemişim ne zamandır içmiyorum’. Sonra duraksayıp ‘Rakı-balık yapardık lakin saat çok geç olmuş’ dedi yüzüme bakıp gülümseyerek. Örümcek Adam homurdanarak pencereye gitti ve dışarı çıktı. Bende boş durmadım evde var olan meze kalitesinde sayılabilecek birkaç bir şey hazırladım. ‘Ne zahmeti vardı’ dedi içtenlikle söylediği her halinden belli olan batman. Sadece gülümsemekle yetindim. Mezeleri hazırlamam tam bitmiş ki, Örümcek elinde 2 büyük ve 1 küçükle çıkageldi.
     Rakı sofrasına oturduk, bir yandan içiyor efkârlanıyor bir yandan da benim meseleyi tartışıyorduk. En sonunda beni bu kadından (çileden) kurtaracaklarını ama nasıl yapacaklarını bilemediklerini söylediler. Güldüm. Kafam hafiften güzel olmuştu ilk dubleden. ‘Kardeşim, siz ayırın bizi, bir şey olmaz’ dedim gülerek ve neden güldüğümü hiç bilmeyerek.
    ‘Obama sana yeni ve güzel bir hayat vaat ediyor Amerika da’ dedi gözleri hafiften kızarmış olan Batman. ‘Amerika mı’ dedim ve sevinçten Rafet el Roman’ın Macera Dolu Amerika şarkısını söyledim dakikalarca. Sonunda susmuşken ‘Nasıl bir hayatmış bu. Yoksa beni de mi süper kahraman yapacaksınız. Haluk’un A’sını çıkar alsana HULK. Hulk öldü mü lan yoksa’ dedim hem sevinçli hem de şaşırmış bir halde. ‘Yok, be Haluk’um ne ölmesi’ dedi örümcek, aramızdaki kankalığın ilk adımları atılıyordu sanki. 2. dubleyi bitirince kafam çok güzel oldu.(nedeni açlıktı) ‘İyi de ben ABD’de ne iş yapacam’ dedim. Süperman ‘Bizde onu düşünüp duruyoruz. Senin aklında bir şey var mı süper kahramanlığın dışında Haluk’ dedi. ‘Sanırım bir fikrim var’ dedim ve Süperman’e dönüp ‘Senin üstünü değiştirdiğin telefon kulübelerinin tedarikçisi olsam nasıl olur?’ Hepsi oldukça şaşırmıştı. Süperman, olur maiyetinde kafasını salladı. Hepsi kabul etmişti, gözlerinden anlaşılıyordu. SİTK adlı şirketin başına geçecektim, karar verilmişti artık.
    Onlar içmeye devam ederken ‘Beyler hepinizin cillop gibi manitası var. Benim durumum ne olacak. Hayatımda ne bir Louis Lane, ne bir Mary Jane, ne de bir Rachel Dawes tanıdım. Sizinkilerden sıkıldıysanız herhangi birini bana yollayın’ dedim. (Keşke demeseydim.) ‘Saçmalamayı kes artık’ dedi batman oldukça kızgın bir şekilde. ‘Playstation yok mu? Bir PES atardık’ dedi ortamı yumuşatmak için Süperman. ‘Ne Playstation’ı ne Pes’i. Fakirim olum evimde içilecek su bile yok!’ dedim ve ortamın gerginlik seviyesini tavana yükselttim. Tam boğazıma yapışacakken Batman, Örümcek onun kollarını tuttu ve sakin olmasını isteyen bir hareket yaptı.
    Gerginlik yatışmışken, 2 büyük rakının da bittiğini fark ettim. Hatta 35’likde yarılanmıştı. ‘Oha yavaş için olum bir şey olacak’ diyerek onlara verdiğim değeri hissettirmeye çalıştım. 5 dakika içinde küçük şişe de bitince, Süperman birkaç şişe daha aldırmak için Örümceke bakış atarken, Örümceki durdurdum ve ‘Bu kadar yeter. Bakın ben 2 duble içtim daha fazla zarar’ demeye kalmadan başım dönmeye başladı ve koltuğa yığıldım. Bayılmadan önce görebildiğim kadarıyla üçü de karnını tutuyor ve acı acı inliyorlardı.
    Hastanede uyandığımda önümdeki gazeteye göz attım. ‘ Kriptonit öldüremedi ama sahte rakı öldürdü’ adlı haberi olanca hızımla okudum. Haberde dördümüzün de sahte rakıdan zehirlendiğini, Süperman in öldüğü, Batman in komada olduğu, Örümcekle benim durumumum iyi olduğu yazılıydı. Sonradan TV de haberlerden son dakika gelişmesiyle Batman in de öldüğünü duyacaktım. Örümcek benimle birlikte hayatta kalan şanslı kişi olmuştu. O da benim gibi 2 dublede kafayı bulmuştu.
    Siz bunları okurken; Amerika’ya hiç gidemediğimi, Örümcekle kanka olamadığımı anlattığım anı kitabımın ismini vereceğim. ‘Süper Kahramanların Dostluğu’
    O günden sonra beni ne Obama ne de Örümcek arayıp sordu. Basının ilgi odağı oldum birkaç yıl boyunca. Oradan kazandığım paralarla hiç de olmasa güzel bir hayat sürdüm. Karımdan kurtulamadım, hatta sıkı sıkıya bağlandım. Hayat benim için limoni bir tatta geçmeye başladı. Bir gün acı, bir gün tatlı… O geceyi unutmam pek mümkün olmayacak. Süper kahramanların görev aşkına yapabilecekleri ve dostlukları. Ama bir gerçek var ki istemesek de karşımıza çıkıyor.
      Hiçbir kahraman ölümsüz değildir…



H.TOLGA CENİK

2 Mayıs 2015 Cumartesi

ÇEKİL BİRADER ORDAN DÜKKÂNIN ÖNÜNÜ KAPAMA

‘Abi yine neler almışsın böyle, ne işine yaracak bunlar. Ne yapmaya çalışıyorsun. Kaç zamandır bir şey demiyorum ama dayanamayacam artık. Bütün maaşını bunlara yatırıyorsun. Braun silkepili napacaksın. Hadi onu geçtim. Titreşimli ne varsa aldın, diş fırçası dışında. Hadi telefonlar neyse de vibratörü ne yapacaksın açıkçası çok merak ediyorum Osman abi’ dedi Osman’ın iş arkadaşı Faruk. Ofis bir anda sessizliğe büründü. Kimse konuşmaya cesaret edemiyordu. Sadece ofisin hiç eksik olmayan kadrolu sineği vızıldıyordu. Osman cevap verdi ‘Diş fırçası başlığı takıp titreşiminden yararlanacam’ Ofis öyle bir tepki verdi ki, Osman Kültü kendini bir an stand-up gösterisinde sahnede sandı.
    Osman’ın böyle garip alet edevat almaya başlaması 6 ay öncesine dayanıyordu. 6 ay önce bu lanete kapılmıştı. Eli kolu bağlanmıştı sanki. Aldığı maaşın %70’ini böyle garip, işe yaramaz şeylere harcıyordu. Tokalar, saç düzleştirme makineleri, kol saatleri, plazma tvler, koli koli ipler, erotik shoplardan alınmış karşı cinsi ilgilendiren şeyler… Sakın yanlış anlamayın Osman gay değildi, sadece lanetlenmişti. Dedik ya her şey 6 ay önce başlamıştı diye. Şimdi size 6 ay önce yaşanan o trajikomik olayı ve bu olayın günümüze kadar gelen etkilerini anlatalım.
     Osman yine zamanında varmıştı buluşma yerine. Yalnız sevgilisi Selda ortalarda gözükmüyordu. 15 dakika kadar beklemişti Selda’yı Osman ama Selda’nın geleceği yok gibiydi. Osman beklemesinin 26. dakikasında Selda’dan gelen mesajla irkildi. Selda 30 dakika sonra ancak varabilecekti buluşma yerine. Tipik kız alışkanlığıydı bu; İnsanları bekletmek ve eziyet etmek. ‘İyi tamam’ diye mesaj geçti Osman Selda’ya ve zaman geçsin diye çevredeki dükkânları gezmeye koyuldu.
     Derken soluğu bir beyaz eşya dükkânında aldı Osman. Vitrindeki cep telefonlarına bakıyordu. Birini gözüne kestirdi ve hem fiyatını hem de özeliklerini sordu. Telefonun özellikleri çok hoşuna gitmişti fakat fiyat pek umduğu gibi değildi. ‘Pahalıymış’ dedi satıcıya. Satıcı ‘Kardeşim kapıdaki yazıyı okumadın galiba. Git oku bakim ne yazıyor orda. Neden beni sıcak koltuğumdan kaldırdın ha! Almayacaksan siktir git!’ dedi. Osman ses çıkarmadan kapıya yöneldi ve kapıdaki yazıyı okumaya başladı. ‘Alıcı değilseniz içeri girmeyiniz ha bu yazıyı okumadan içeri girdiyseniz kesinlikle bir şeyler alınız. Eğer yazıyı okumadan içeri girip hiçbir şey satın almadan kapıdan dışarı adımınızı attıysanız ‘Allah belanızı versin’. İnsan biraz dükkân sahibini düşünür. Yazıyı okuduysan şimdi siktir git!’ Osman’ın yüzünde tebessüm oluştu oysaki lanetlendiğinin farkında bile değildi. ‘Ah şu Karadenizliler ne matrak adamlar’ dedi içinden.
     Tekrar dükkânların vitrinlerini seyretmeye koyuldu. İlk vitrinine göz attığı dükkân tuhafiyeci olmuştu. Fakat birden bire beklenmedik bir şey oldu. Osman dükkânın önünde sabitlendi. Hareket etmek istiyor fakat bir türlü başarılı olamıyordu. Dakikalarca sürdü bu. Dükkân sahibi en sonunda kızıp ‘Çekil birader oradan, dükkânın önünü kapama! Mal gelecek’ dedi zavallı Osman’a. Osman ‘ Abi valla kilitlendim burada yardım et, hareket edemiyorum’ dedi. ‘Hah bir vaka daha’ dedi dükkân sahibi orta yaşlı Bilal amca. ‘Ne vakası abi’ dedi şaşırmış bir vaziyette Osman. ‘Yoksa sen ‘Karalanet Ticaret’ tabelalı dükkânın içine girip bir şey satın almadın mı?’ dedi. Osman çaresizce başını salladı. ‘Aferin yavrum lanetlenmişin sen. Dur! ilk önce benden bir şey satın al da hareketsizliğin ortadan kalksın bari. Ne istersin dükkândan’ dedi Bilal amca. ‘Abi bana oradan bir tane örgü ipi ver’ dedi Osman. Bilal amca ‘Bir tane mi koliyle almazsan sana bir şey satmıyorum. Öylece hareketsiz kal’ dedi. Osman çaresizce kabul edip bir koli ipe 50 TL bayıldı ama artık hareket edebiliyordu.
    ‘İpi aldık abi artık lanet geçer dimi’ dedi Osman tuhafiyeciye. ‘Hayır, ne geçmesi Karalanet Ticaretten bir şey satın almazsan bu lanet ölene kadar sürer. Ama içerde gördüğün adamdan alacaksın başkasından alırsan olmaz’ dedi tuhafiyeci Bilal. ‘Sağ olasın abi’ dedi Osman ve hızlıca yürümeye başladı dükkâna doğru. Fakat tam o sırada dükkân sahibi Laz Dursun arabasına biniyordu. Osman Dursun’ a yetişene kadar Laz Dursun arabasını çalıştırmış ve gaza basmıştı. Osman caddeye baktı ve filmlerdeki gibi taksiye binip, öndeki arabayı ‘Takip Et’ dedi. (Osman’ın hayaliydi bunu yapmak fakat bunu böyle bir zamanda yapmak hiç mi hiç istemezdi.) 2 araba otoyola çıkalı daha 5 dakika geçmemişti ki, Laz Dursun’ un kontrolündeki araç önce bariyerlere çarptı sonra taklalar attı, karşı şeride geçti ve yanmaya başladı. Taksi şoförü ve Osman’ın birbirlerine uzun süre bakmaları o acı anı anlatıyordu sanki. Osman taksiciye ‘Devam et. Sende karşı şeride geç. Sür durma sür daha ne bekliyorsun’ dedi. Taksici ‘Abi ne diyorsun Allah aşkına sen! Bizi öldürecek misin’ dedi. ‘Ben zaten ölmüşüm’ dedi ve hüngür hüngür ağlamaya başladı Osman Kültü.
   Uyandığında hastanedeydi sinir krizi geçirmişti takside Osman. Taksicide onu hastaneye getirmişti. Yanı başında elini tutan sevgilisi Selda vardı. Osman’ın uyandığını görünce Selda ‘Aşkım iyi misin?’ dedi. Osman hiç sesini çıkarmadı, cevap vermedi. Dikkatli gözlerle televizyonu takip etmeyi sürdürdü. Haberde Laz Dursun’ un yaptığı ölümüyle sonuçlanan kazadan bahsediliyordu. Osman ağlamaya başladı. Bu lanetle ölene kadar yaşaması imkânsızdı. Düşünsenize alışveriş merkezlerinden içeri adımını nasıl atacaktı? Her 5 adımda hareketsiz kalırdı, bütün parasını harcardı AVM’lerde gezerken. Hayatı kararmıştı Osman’ın.
    Osman aniden Selda’ya döndü ve tokat attı. Bağırarak ‘Hepsi senin yüzünden! Eğer vaktinde gelmiş olsaydın buluşmaya bunlar olmayacaktı. Şimdi gelmiş yanımda elimi tutuyorsun. Siktir git gözüm görmesin seni lanet kaltak’ dedi. Selda ağlayarak odadan ve Osman’ın hayatından tamamen çıktı.
    Hastaneden taburcu olmadan önce 2 kez intihara kakışmıştı Osman. Biri ilaçlarla, biri de kendini asmaya çalışarak. Gerçi ikisinde de başarısız olmuştu ama o denemekten vazgeçmeyecekti. Bu lanetle geçen 6 ay boyunca 10 kez daha intihara teşebbüs edecekti. Yine hepsinde başarısız olacaktı. Lanet ne ölmesine izin veriyor ne de bitiyordu. Osman hayatına ne kadar devam etmeye çalışa da her dükkânın önünde hareketsiz kalıyor, dükkân sahibi onu fark edene kadar hareket edemiyordu. En çok sabit kaldığı dükkân önleri ise bayanlara hitap mağazalardı.(İşe giderken kullandığı güzergâhta olan dükkânlardı bunlar) Bir de en çok erotik shopta sabitleniyordu. Sayısız porno film ve sayısız karşı cinsin ilgi alanına giren aletler almıştı. Dükkân sahibinin Osman’ın bu durumundan istifade edip, gülerek gıcıklık olsun diye sattığı erotik şeyler.
     Bu kadarı yeter sanırım. Günümüze dönelim isterseniz. Osman yaptığı titreşim esprisinden sonra ceketini alıp, dışarı çıktı. Dışarıdan bir taksi çevirip Karalanet Ticaretin olduğu mahalleye gitmesini istedi taksiciden. Taksici tanımıştı Osman’ı ilk görüşte ve zoraki gülümsemişti. Osman taksiden iner inmez ilk olarak tuhafiyeci dükkânına gitti. Yine bir koli ip aldı ve Bilal amcaya Laz Dursun’ un oğlu olup olmadığını sordu. Bilal amca müjdeli haberi vermişti. Laz Dursun’ un bir değil tam 2 tane oğlu vardı. Şimdi ikisi de dükkâna göz kulak oluyordu. Osman’ın çok sonraları aklına Dursun’ un oğlu olup olmadığını sormak gelmişti. Osman’ın aklına bu mükemmel bir fikir ise çok geç gelmişti. Osmanlı Devletinde her şey babadan oğla geçmiyor muydu? Laz Dursun’ un 2 oğlundan da bir şeyler satın alıp laneti yok edecekti Osman. Babadan oğula geçen lanetleme gücü…
    Yavaş yavaş adımlarla Karalanet Ticarete doğru yürürken, Osman çok ağır bir gaz kokusu aldı ama nerden geldiğini anlayamadı. Bir anda Karalanet Ticarette şiddetli bir patlama oldu ve dükkân Osman’ın gözlerinin önünde yanmaya başladı. Osman patlamanın etkisiyle yere yığıldı. Gözlerinden yaşlar geliyordu. Böyle bir şey olamazdı. Başını ellerinin arasını koydu, ağlamaya devam etti. Lanetiyle baş başa kalmıştı yine…

HASAN TOLGA CENİK