‘Ooo vakit geç olmuş. Ben kalkayım malum iş, güç’ demiştim
Sulak çiftinin yanından ayrılırken. Bir türlü zamanı kontrol etmeyi
öğrenememiştim. Sırf zamanla iyi geçinmek ve kontrol altına almak için ZAMAN
gazetesine bile abone olmuştum ama nafile… Niye benle uğraşıyordu ki bu zaman?
Neden ben? Bu düşünceler içerisinde, kapıyı açıp evime girdim. Pijamalarımı
giyer giymez, yatağa attım kendimi. Sabah düşünürüm bunları diyerek uykuya
daldım.
Saate baktığımda öğlen 12 sularıydı. Evet, korktuğum başıma
gelmiş, zamanla olan mücadelemi kaybetmiş ve de işe geç kalmıştım. Müdürümü
arayıp halamın hastalandığını ve ona bakmak zorunda olduğumu söyledim. Müdür
pis bıyık ‘sadece bir günlük’ deyip kestirip attı ve telefonu yüzüme kapattı.
Yüzümü yıkarken, eli yüzü gözükmeyen aynada kendime uzun bir müddet baktım.
Yetmedi bi’ daha baktım. Sonunda ‘Buldum!’ dedim. Ama ne bulmuştum. Yüzüme bir
daha su çarpınca kendime geldim. İşte bulduğum şey çok açık ve netti. ‘Zaman
makinesi yapmak.’ Gayette ciddiydim. Peynirli kurabiye yapan ben, boktan bir
zaman makinesi mi yapamayacaktım. Güldüm kendime ve hemen makine yapımı için
kollarımı sıvadım. Hazır kollarımı sıvamışken, abdestte aldım.
Kahvaltımı hazırlayıp, televizyonun başına geçtim. Belki bu
zaman makinesi ile ilgili birkaç bir şey bulurum diye o kanal senin, bu kanal
benim gezip durdum. Dikkatimi bir kadın programı çekti. Hemen durdum,
sabitledim kendimi. Orda kendine doktor diyen biri ‘Evet, ekran karşısındaki
bayanlar, kâğıdımızı kalemimizi hazır edelim’ dedi. Kendimi birden oda da
kâğıtla kalem ararken buldum. Ve hemencecik TV başına geçtim. Zaman makinesi
için umutla not alıyordum fakat doktor bey bel ağrılarından kurtulmak isteyen
bayanlara özel reçete yazdırıyordu. Hayal kırıklığına uğramıştım. 3 saatimi
sırf bu kadın programında bir umut verirler makinenin formülünü diye bekleyerek
geçirmiştim. Zaman yine beni alt etmiş, kontrataktan golü bulmuştu.
Akşama kadar evin içinde volta atıp, düşünerek vakit
harcadım. Aklıma herhangi bir şey gelmedi zaman makinem için. Haberlerin
başlama saati gelir gelmez koltuğa kuruldum ve bekledim. Bu bekleyiş beni baya
bi’ zaman kaybına uğratmıştı. Haberlerden de beklediğimi bulamayınca akşam
yemeğimi yemeye ve TV’deki ‘Yüzüklerin Vadisi’ adlı dizimi izlemeye başladım.
Bu da benim tam 4 saatimi aldı. Gece 12 gibi yatmaya karar verdim. Saatimi
kurdum işe geç kalmamak için ve yatağın içine kendimi-tüyün havada süzülme
süresine paralel olarak-attım. Uyumuştum çoktan.
Garip garip rüyalar görürken, rüyaların olmazsa olmazı
aksakallı dedeyi karşımda buldum. ‘Ey oğul! Sana güzel şeyler söyleyecem
aklında tut’ dedi aksakallı dede. ‘Bir dakika dede, kâğıt kalem alayım kafam
zaten allak bullak’ dedim. Ve kâğıt kaleme sarıldım. ‘Söyle dedem’ dedim. ‘Yaz
oğul! ‘Zaman makinesi’ ‘Malzemeler’ mır, mır, mır, mır ‘Yapılışı’ tır, tır, tır…’ derken dede, ‘Ne
diyon lan napayım zaman makinesini, ayağımıza fırsat gelmiş. Söyle bakalım
oradan sayısalın rakamlarını, bir de devretti oh mis gibi’ dedim. Aksakallı
dede ‘Oğul sayısalı bilmiyorum bu hafta sırf sana yardım için geldim zaman ma…
ehe’ derken tokatı suratına yapıştırdım. ‘Napayım lan ben makineyi, bana para
lazım s.kmişim zamanı. Zaten sen rakamları söylüyon da noluo kimse tutturamıyor
sayısalı, yalancı ihtiyar’ diye bağırıp yakasına yapmıştım. Bastonunu kırıp,
kırık bastonu boğazına bir bıçak edasıyla dayadım. Geç bakayım sen şöyle
diyerek elini kolunu bağlayıp onu gizli odamdaki gizli dolabıma sakladım.
Dolabın kapağını tekrar açtığımda 10 yaşımdan beri içerde rehin tuttuğum diş
perisine yemek vermeyi unuttuğum aklıma geldi. İkisine de bir şeyler hazırlayıp
önlerine koydum. Aksakallı yemeği bitirdikten sonra ‘Niye bizi burada
tutuyorsun bizim suçumuz ne?’ dedi. ‘Sus lan koduğum’ deyip suratına bir tokat
daha attım. ‘Peki diş perisinin ne işi var burada’ dedi aksakallı. ‘Uzun
hikâye’ dedim ve başladım anlatmaya. ‘10 yaşımdaydım. Yeni dişim çıkacaktı.
Eski dişimi, annemin-diş perisi alacak o dişi ve sana onun yerine hediye
bırakacak- demesiyle yastığımın altına koydum. O gece diş perisi gelmişti. Göz
kapaklarımı hafif aralayıp, onu dikkatlice izledim. Dişi aldı ama ortada hediye
falan yoktu. Yataktan fırlayıp, ‘Hop nereye gidiyon hemşerim’ deyip perinin
kafaya tahtayla vurdum. Bayılmıştı. O günden beri burada saklıyorum’ dedim. Diş
perisi ‘Sihirli değneğimin pili bitti. Niye inanmıyorsun bana hala’ dedi.
‘Yalan söylüyorsun bana, yalan’ dedim ve ekledim ‘O gün hiç gelmeyecektin peri
hem de hiç!’ Dolabın kapağını iki zavallının suratına kapattım.
Elimi cebime atınca sihirli değneği fark ettim. Acaba
gerçekten pili mi bitmişti? Lazerdeki pilleri çıkarıp değneğe taktım. İlk önce
bir bardak su için değneği salladım ve önüme geldi bardak. ‘Oha! Çalışıyor lan’
dedim. Lakin değnek yoktan var etmiyordu evde ne varsa onu önüme getiriyordu
sadece. Zaman makinesi için değneği salladığımda önüme hiçbir şey gelmedi. Para
için salladığımda önüme cebimdeki var olan 5 ytl geldi. Oldukça sinirlendim. O
sinirle değneği kırıp, çöpe attım.
H.TOLGA
CENİK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder